Dünya
Gerçek-sonrası zamanlarda Trump’lı günler
2016 yılının popüler kavramı ‘post-truth’ (gerçek sonrası), belirli bir konuda kamuoyu belirlenirken, duyguların ve kişisel görüşlerin objektif gerçeklerin önüne geçtiği bir zaman diliminde yaşadığımıza işaret ediyor.
İçinde olduÄŸumuz bu zaman diliminde, siyasetçilerin iddialarının ne kadarının ‘gerçek’ olduÄŸu deÄŸil, kitleleri ne oranda etkilediÄŸi daha önemli. Bu durumda en popülist söylemler en çok prim yapanlar oluyor. 21’inci yüzyıl seçmeni en çetrefilli konuların bile basitçe ele alınmasını, kendisininkine benzeyen görüşlerin köpürtülüp, çoÄŸaltılmasını, ‘öteki’ kefesindekilerinse kısa yoldan bertaraf edilmesini istiyor. Amerika BirleÅŸik Devletleri de son aylarda bu gerçek-sonrası siyaset yapma tarzından payına düşeni almış durumda.
20 Ocak 2017 itibarıyla ABD, Donald Trump dönemine “Merhaba” dedi. Ancak bu çok da sıcak bir “Merhaba” olmadı. Washington’daki kongre binasında düzenlenen ve adeta bir saray düğünü kadar masraflı ve ilgi çekici olan devir teslim töreni devam ederken, ÅŸehrin diÄŸer semtlerinde polis, sokaklara dökülen protestocuları kontrol altına almaya çalışıyordu. Çöp kutularını deviren, polisi taÅŸlayan, binaların camlarını kıran protestocular “Trumplı Günler”in çetin geçeceÄŸinin iÅŸaretiydi. Popüler dünyanın ‘rüyalar ülkesi’ ABD, bu gösterilerden de anlaşıldığı üzere, aslında bir ‘zıtlıklar ülkesi’. Siyahla beyazın, zenginle fakirin ve ‘yerli’yle ‘göçmen’in keskin bir liberal düzen içinde, sözde bir arada ama gerçekte birbirinden oldukça kopuk yaÅŸadığı bir yer. Ve Trump iÅŸte bu ABD’nin beyaz, zengin ve ‘yerli’ kitlelerinin yeni gözdesi… Seçim sonuçlarına göre beyaz seçmenlerin yüzde 58’i Trump’a oy verdi. Siyahi ve Hispaniklerin birinci tercihi ise Demokrat aday Hillary Clinton’dı.
Trump’la ‘geleneksel ABD’, Obama sonrasında genlerine dönüyor. Obama ile dönüşüp yeni toplumsal kimlikle öne çıkan ABD ise Trump gerçeÄŸini içine sindirmeye çalışıyor.
Sadece Demokratlar’ın deÄŸil, Cumhuriyetçiler’in bir kısmının da hazmetmekte zorlandığı bir isim Trump… Muhalif Amerikalıların tabiriyle ‘kaba, ırkçı, narsist bir maço’… Bununla birlikte tam bir pragmatist de. Cumhuriyetçi Parti’den önce Demokrat Parti’den aday olma çabası bu pragmatizmin boyutlarını anlatmaya yetiyor. Kerameti kendinden menkul Trump’ın asıl sihri ise iki lafın birinde yaptığı ‘para ve servet’ vurgusu. Donald Trump gelmiÅŸ geçmiÅŸ en zengin ABD BaÅŸkanı; olası kabinesi de bugüne kadarki en varlıklı kabine. Amerikan siyasetinde daha önceki Cumhuriyetçi yönetimlerin de iÅŸ dünyası ile yakın bir iliÅŸki içinde olduÄŸu düşünüldüğünde aslında ortada istisnai bir durum yok. ABD’de iÅŸ dünyasının çıkarları hep ön plandadır; iç ve dış politika ona göre ÅŸekillenir. Ne de olsa orası, iÅŸ dünyasındaki bireysel baÅŸarı öykülerinin oldukça ilgi çektiÄŸi bir ‘fırsatlar ülkesidir’.
ABD’nin sunduÄŸu fırsatlardan bolca yararlanan isimlerden biri de Donald Trump. Sıklıkla altını çizdiÄŸi ‘10 milyar dolarlık’ servetinin yardımıyla, seçim çalışmaları için gereken bağışlara çok da ihtiyaç duymadan, adaylığı için baÅŸarılı bir halkla iliÅŸkiler kampanyası yürüttü. Kullandığı sloganlar son derece basit ve anlaşılırdı. “Amerika’yı yeniden güçlü, varlıklı, gururlu, güvenli ve her ÅŸeyden önemlisi büyük yapma” sözü verdi. Ve görünen o ki sadece vatanseverlik deÄŸil, milliyetçilik de kokan ve geride kalan pek çok ulusu ötekileÅŸtiren bu sözleri ile kitleleri etkiledi; onların güvenini kazandı ve oylarını aldı. Kasım 2016 seçimlerine kadar yürüttüğü zorlu seçim kampanyasında altını çizdiÄŸi bir baÅŸka önemli nokta da yeni iÅŸ imkânları ve daha çok yatırım oldu. Ä°ÅŸsizlikten, ekonomik krizden, kapanan fabrikalardan yakınan orta ve düşük gelir gruplarının desteÄŸini almasını saÄŸlayan da ‘ekonomiyi millileÅŸtirmeyi’ hedefleyen bu vaatleri oldu. ‘Benden sonra tufan’ ÅŸiarından, ‘Önce Amerika’ ÅŸiarına geçen Trump, seçim macerasına baÅŸarı grafiÄŸi yüksek, tipik bir Amerikan ‘iÅŸadamı’ olarak baÅŸladı ve bu macerayı ABD’nin ‘45. BaÅŸkanı’ olarak tamamladı. Amerikan halkının nezdinde baÅŸarılı bir iÅŸadamından baÅŸarılı bir baÅŸkana dönüşüp dönüşmeyeceÄŸini, vaatlerinin ne kadarının gerçekleÅŸebilir olduÄŸunu hep birlikte yaÅŸayarak öğreneceÄŸiz. Zira Amerikan baÅŸkanlarının çoÄŸu, örneÄŸin Jimmy Carter ve Bill Clinton, seçim vaatlerindekilerin tam tersi konulara odaklanmak zorunda kaldıkları baÅŸkanlık dönemleri geçirdi.
GELENEKSEL-YENÄ° MÃœCADELESÄ°
Trump’ın Amerikan halkına yönelik ‘daha fazla iÅŸ ve yatırım, daha iyi eÄŸitim’ gibi vaatleri bir yana, ‘Meksika sınırına duvar örmekten, radikal Ä°slamcı terörizmi dünya üzerinden silmeye’ kadar uzanan geniÅŸ ölçekli dış politika planlarını nasıl hayata geçireceÄŸi de merak konusu. Beyaz, Anglo-Saxon ve Protestan (WASP) nitelikleriyle öne çıkan geleneksel Amerikan kimliÄŸinin dış politikayı nasıl yoÄŸun bir ÅŸekilde etkileyebildiÄŸini George W. Bush döneminde yakından görmüştük. 11 Eylül terör saldırılarına cevaben gerçekleÅŸtirilen Afganistan operasyonu ABD’yi baÅŸlı başına zorlu bir sınava sokarken, o dönemde Washington’da büyük söz sahibi olan Yeni Muhafazakârlar, Afganistan’la yetinmeyip, Irak’ı da iÅŸgal etmiÅŸti. Siyahi Demokrat aday Barack Obama’yı asıl iktidara taşıyan, 10 yılı aÅŸkın bir süre 2 uzak cephede birden mücadeleye tanıklık eden savaÅŸ yorgunu Amerikalılar ve dünya üzerinde artan Amerikan karşıtlığıydı. EÄŸer ABD, Vietnam’dan sonra bir de Irak travması yaÅŸamamış olsaydı, siyahi ve üstelik Müslüman kökenli bir aileden gelen Obama’nın baÅŸkan olması çok daha ileri bir tarihe kalabilirdi. Trump’la birlikte ‘geleneksel ABD’, Obama sonrasında adeta yeniden genlerine dönüyor. Obama ile birlikte deÄŸiÅŸen, dönüşen ve yeni bir toplumsal kimlikle öne çıkan ABD ise Trump gerçeÄŸini içine sindirmeye çalışıyor. Bizlerse pek çok alanda olduÄŸu gibi burada da gelenekselle yeninin mücadelesine tanıklık ediyoruz. DiÄŸer bir deyiÅŸle “Biz Kimiz?” (Who Are We?) adlı kitabında, ABD’yi, yakın bir gelecekte Siyahilere ve Hispaniklere kaptırma ‘tehlikesine’ iÅŸaret eden Samuel Huntington’ın ardıllarının direniÅŸ hamlelerini izliyoruz. Bu ‘gerçeklik’ Demokrat aday Hillary Clinton’a oy veren kitleleri en az 4 yıl Trump’a tahammül etmeye mecbur bırakıyor.
Bu zaman diliminde, siyasetçilerin iddialarının ne kadarının ‘gerçek’ olduÄŸu deÄŸil, kitleyi ne oranda etkilediÄŸi önemli. En çok primi yapanlar da en popülist söylemler oluyor.
Amerikalı bir haber spikerinin, seçim sonuçları açıklanırken, derin bir iç çekiÅŸle yaptığı “Kötü bir rüya görmüyorsunuz; ayrıca ölmediniz ve cehenneme de gitmediniz… Bu bizim seçimimiz, bu biziz, bizim ülkemiz ve bu gerçek…” sözleri Amerikan toplumunun Trump-sever olmayan kesiminde yaÅŸanan derin hayal kırıklığının göstergesi aslında. Evet, Amerikan toplumu Trump-severler ve diÄŸerleri diye neredeyse ikiye ayrılmış durumda. Seçim gecesi ekranlarda hüngür hüngür aÄŸlayanlar kadar, ‘Hallelujah’ naraları eÅŸliÄŸinde zafer dansı yapanlar da vardı ve hepsi Amerikalıydı. Dedim ya, Amerika zıtlıklar ülkesi ve her iki kesim de gerçek. Bu dikotomi nedeniyle Amerika BirleÅŸik Devletleri’nin, artık ‘Amerika Ayrışık Devletleri’ haline geldiÄŸi saptaması ise fazla iddialı. Çünkü yaÅŸanacak büyük bir olay, örneÄŸin 11 Eylül gibi yeni bir terör saldırısı, Trump gerçeÄŸiyle yüzleÅŸmekte zorlanan seçmen kitlelerini dahi beÄŸenmedikleri Trump’ın etrafında kenetlenmeye götürebilir. Hepimiz biliyoruz ki, dış tehditler, ki post-yapısalcılar ve konstrüktivistler tüm tehditlerin sübjektif birer inÅŸadan ibaret olduÄŸunu iddia eder, ulusu bir arada tutabilmenin yegane araçlarından biridir. Tüm dünyanın art arda gelen terör saldırılarıyla inlediÄŸi mevcut konjonktürde, Trump’ın eline böyle güçlü bir ‘koz’ geçmesi de ihtimaller dâhilinde.
BÃœYÃœK SORU Ä°ÅžARETLERÄ°
Trump’a göre, ABD’yi durdurulamaz kılacak yegâne güç birleÅŸmiÅŸ bir Amerikan toplumu. Ancak seçim kampanyasındakilerden çok da farklı olmayan, temelde bir önceki yönetimi kötülemek üzerine kurulu yemin töreni konuÅŸması ile bu birliÄŸi saÄŸlaması mümkün görünmüyor. Törende Trump’ın Amerikan halkına hitaben sıkça tekrarladığı “Ãœlke yeniden sizin olacak” sözü ‘Obama yönetimi süresince ülke kime aitti?’ sorusunu akla getirdi. Aslında Trump bu sözleriyle, Obama döneminde ABD’yi müesses nizamın (the establishment) yönettiÄŸini iddia ediyordu. BaÅŸkanlık yarışından Hillary Clinton lehine çekilen Demokratlar’ın sosyalist adayı Bernie Sanders da benzer ÅŸekilde, “Trump’a seçimi kazandıran ÅŸeyin Amerikan orta sınıfının müesses nizama öfkesi” olduÄŸunu iddia etmiÅŸti. Trump’ın yemin töreninin, Kennedy, Reagan ve G. W. Bush dönemlerini hatırlatan hayli yüksek dini tonu ise ayrıca dikkat çekiciydi. Farklı Hristiyan kiliselerini temsil eden papazların yanı sıra, bir haham tarafından da duaların okunduÄŸu törende, ‘radikal Ä°slamcı terör’ dışında Müslümanların adı bile geçmedi. Oysa Trump yine aynı törende, ‘önyargının’ panzehiri olarak ‘vatanseverliÄŸi’ önermiÅŸti. Milliyetçilikten güç devÅŸiren vatanseverlik, Trump seçmeninin kendisi gibi olmayanlara karşı duyduÄŸu yoÄŸun önyargıyı nasıl engelleyecek merakla bekliyoruz. OrtadoÄŸu’yu ‘teröristler’, Latin Amerika’yı ise ‘hırsızlar ve tecavüzcüler’ kategorisine indirgediÄŸi bir seçim kampanyasından, tüm uluslarla eÅŸit iliÅŸki kurduÄŸu, Suriye krizine acil ve hakkaniyetli bir çözüm bulduÄŸu, çatışmayı deÄŸil, iÅŸbirliÄŸini öne çıkardığı bir siyaset sahnesine geçiÅŸ yapması genelin hayrına. Ancak gerilimden beslenmeyi seven gerçek-sonrası zamanlarda bu ne kadar mümkün, büyük bir soru iÅŸareti. Hele Trump’ın daha çok ÅŸahinlerden oluÅŸan, çoÄŸu ordudan emekli olası kabine üyelerine bakınca, özellikle OrtadoÄŸu’da Obama’yı mumla arayacağımız günlerle karşılaÅŸma ihtimalini de göz önünde tutmak gerek.
Henüz yorum yapılmamış.